horoz sesi.
uyandım.
birazdan ezan okunacak.
ısıtıcıyı açtım.
-okundu.-
kahve yaptım,
sigara yaktım.
biten gergin bir geceydi
ve bağırmaktan başka bir şey yapamadığımdan,
yapamadığıma yorulmaktan,
kaçışların en güzeline yattım.
yine neydi, yahut kimdi.
aslında mesele neydi, sonra karman çorman oldu.
kaçtığım her ne varsa dolandı geldi, yanıma çadır kurdu.
taşındım,
bir başka çadıra komşu oldum.
bir söz duydum alaycı. ''sen ne kadar da ahlâkçısın!''
ahlâkımdan utandım.
çünkü burası büyük şehirdi
ve
ahlâk, büyük şehirlerde suçtu.
Yapma da demedim. Bana göre yanlış dedim.
Ona göre ise benim yanlış demem yanlıştı.
Bu konuda anlaşamadık.
Ama anlaşmak önemli değildi,
ortada bozulmaya hiç de niyetli olmayan bir arkadaşlık vardı.
kabullendim.
arkadaşım da olsa nihayetinde hiç kimseydi.
ve kimsenin, hiç kimsenin hayatına müdahale etme hakkı yoktu.
oysa benim derdim bu da değildi.
saklanacak sır taşıma yüküydü
ve her yük gibi bu da gereksizdi.
özgürlükse eğer, benim de midemi bulandıran meseleden kaçmak hakkım değil mi?
işte kaçıyorum.
Gündüz kedi, gece köpeklerin aş aradığı İzmit'te, çarşının iki sokak arkasında her sabah bir horoz ötmekte hâlâ.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder