Benim galiba aşkla kimyam uyuşmuyor. ''Bu kez doğru insanı buldum!'' dedikten, kelebekleri karnımda hissettikten çok değil 3-5 ay sonra kendimi hangi şarkıda canım daha fazla yanabilir arayışındayken buluyorum.
Bitsin diyen ben oluyorum. Çünkü benim aşkım, sevgim, sadakatim ilişkiyi devam ettirmek için yeterli olmuyor. Karşının belki umursamazlığı, belki gururu bitirme kararını onaylıyor -hem de ne güzel onalıyor- ve iki kişinin rızasıyla gerçekleşiyor ayrılık.
Ben artık ilişkide bu evreyi yaşamak istemiyorum, taşıyamıyorum da zaten... Acı, giderek azalacağına sanki daha fazla keder, daha fazla hüzün, daha fazla şiir hakim oluyor hayatıma.
Benim gibi duygusallık sevmeyen, -dahası nefret eden- birisi için epey yadsınacak bir durum istenmeyene evrilmiş olmak. Kendime tahammül edemiyorum, kızıyorum; çoğu da üzülüyorum. Son düşmüşlük tarihinin üzerinden belki bin geçmiş, matematiğim uyuşuyor, hesaplayamıyorum. En son ne zaman görülmüş böyle büyük yenilgi derken karlar altındaki Sarıkamış'a rastlıyorum. Besmeleyle çıkılan bu yolda son nefesler ahh diyor, ve beyaz ölüm umut ve hayallerin üzerine hoyratça yağıyor. Ben ki bir atın üzerinde tüfeğiyle kavga eden Enver oluyorum. Engel olamamayı, aciz kalmayı yakıştıramıyorum şânıma. Kanattığım tarihten utanıyorum çoğu zaman da...
Artık,
kendimden kaçmak, zihnimi meşgul etmek için iki saat spor yapıyorum, daha fazla ve daha hızlı kitap okuyorum, heykel - mimarî gibi -daha önce âlâkamın olmadığı- mecralarda geziniyorum, yağlı boya, akrilik, kimi zaman da mürekkeple boyanmış tuvallerin içinde saklanıyorum, gündemi takip ediyorum. İyi de malzeme çıkıyor; çünkü her şey yanlış. Her daim sinirlenecek bir demeç, yasa, uygulama, gaf, yüzsüzlük bulunabiliyor. Sinirlenmeyi üzülmeye tercih ediyor, savunma mekanizmasının oklarını sinir uçlarına yöneltiyorum.
Absürt bir şey aslında 4 aylık ilişkiyi unutmanın 4 aydan fazla süreye mâl olması. Ve bu dört aylık sürecin her günü o adamı akla getirmekse trajik.
Belki haksızlık yaptığını düşündüğüm için bu kadar acıtmıştır, belki şu belki bu. Bilmiyorum ama yoruldum.
Sonsuzluğu düşlemek istiyorum, sonsuzu ve netliği ve derinliği. Denizin dingin dalgalarını, havanın berraklığını, göz kamaştıran güneşi, yeşeren otları, yürümeye başlayan tay şaşkınlığını, gündoğumunu, domates peynir uyumunu. Yetinmeyi, sevinmeyi, güzel sevmeyi ve elleri...
*Benim Hüzünlü Orospularım, Gabriel Garcia Marquez
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder