5 Aralık 2011 Pazartesi

30 Kasım 2011 Çarşamba

Modern Hassasiyetler -Amores Perros-

Yeryüzündeki tüm canlılar eşit gözümde: Bitki olmuş, hayvan olmuş, insan olmuş fark etmiyor. Kapladığımız alan bir nefeslik nihayetinde, aynıyız. Nefesimiz bittiğinde de yok olmaya mahkumuz. Hepsi bu kadar.


Hep kınadım- kınıyorum- dünyaya egemen olan insanın diğer canlılara üstünlük taslama rekabetini. Hayvanlara yapılan işkenceleri, doğa tahribatını, su katliamını,... bahçeden boş yere koparılan çiçeğin, durakta beklerken yolunan ağaç yaprağın hatta...
Neyse, gelelim esas mevzuya. Hayvan hakları aktivistlerine bilmiyorum kaçınız dikkat etti ama uzun zamandır takip ediyorum ben portföylerini. Çoğu; hali vakti yerinde, güzel semtlerde oturan, güzel giyinen, güzel kokan ablalar. Oysa bizim mahalledeki başıboş hayvanlara sahip çıkan ablalar hiç de böyle değil. Kendi yediği bir tas yemek, kalan tencereyi o muhtaçlara veriyor. Nasıl samimi. bunu iyilik olsun, bilinsin, birileri görsün diye de yapmıyor. Seviyor sadece, içinden geliyor.


Diğer ablaların oturduğu mahallede -ya da sitelerde mi demeliydim neyse- köpek yaşamıyor. belki kediler uğruyordur arada bir. Bilemiyorum.


Her şey sahte, her şey yapmacık. Barınağa mı gidilecek. Hoop basına haber verelim, yardım mı toplanacak? Fotoğrafçıları çağıralım. Amaç kamuoyu yaratıp duyarlılığı artırmak-mış-. Gerçekten buna inanan var mı acaba çok merak ediyorum.
Bu -çoğu kocadan zengin olan- ablalarımız hayatlarında mutlu değil. Yolunda gitmeyen bir şeyler var. Rutin gez- dolaş- harca halleri de tatmin etmiyor artık. N'apıyor? Kendine yeni bir uğraş ediniyor, seviliyor bu yolla. İşe de yarıyor ne güzel, ruhu doyuyor. Saygı duyuluyor  kendisine. Bundan iyi mükafat mı olurmuş?! 


300 liralık parfüm sıkarken aklına aç çocuklar gelmiyor, günlüğü 5 dolar olan işçiler gelmiyor, 20 lira için öldürülen adamlar gelmiyor, parfüm deneylerinin hayvanlar üzerinde yapıldığı hiç gelmiyor..
-öyle ya tabii-


Okul dönüşü evin sokağına girdiğinde sürüyle köpekle karşılaşan çocuklar var, hiçbirisi de fişlenmemiş, aşıyı tatmamış. Kâh saldırgan, kâh korkak, ne yapacağı belli olmuyor.. Geçen gün Kemal'i ısırmış hatta. Kurtulmuş kurtulmasına, bir şeyi yokmuş şimdi ama dedesi kamyonun arkasına doldurup yukarılara bırakmış yakalayabildiği köpekleri. Dönmüş uyumuş. uyanmış ki mahalledeymiş hayvanlar.
Zehirlese günah. ''Üzerine basmadığın bir karınca cehennemde olsan sana su taşıyacak diyor''. Belediyeye haber verse gelmez, gelse o da zehirler hem. Sanki bilmiyor ya olacakları!
Hayvan hakları varmış, her şeye bir çare bulunurmuş.. insan hakları gibiyse bulaşmak istemez.


Acaba Bu hikayelerden, o sokaklardan, kuduz olanlardan, kuduz edenlerden haberi var mıdır bu güzel ablalarımızın? Topuğu yıllanmış parke taşlarının arasına batar orada, nasıl gitsin el insaf biz de amma zalımız, değil mi?


Bak bir de böylesi var. Animal sex deniyor yanılmıyorsam.
Birleşmiş Milletlerce iyi niyet elçisi seçiliyorsunuz, yardım çalışmalarından eksik olmuyorsunuz, çok hayırseversiniz ama hayvanları sex objesi olarak kullanabiliyorsunuz. Tahrik edeci pozlar veribiliyorsunuz. Ata memenizi yalatıyor, yüzünüze orgazm olma halini verebiliyorsunuz. Amma da yetenekli oyuncuymuş değil mi arkadaşlar maşallah diyelim'. 3 Altın Küre'yi boşuna almamış.




Utanıyorum yeminle.
Ülkemde hayvanlara tecavüz ediliyor: kadınsızlıktan, abazanlıktan, cehaletten, fakirlikten gaddarlıktan, düşüncesizlikten... Peki ya Angelina Jolie'nin yaptığı?
Hayvan haklarında bunu nereye koyalım da kadını yargılayalım?
Oyundur, senaryodur, hayvan sevgisidir diyip geçelim mi?
geçemem arkadaş. Angelina ve türevleri tek kelimeyle tiksindiricisiniz!

2 Kasım 2011 Çarşamba

Felâketler Ülkesi: Türkiye

Her gün oluyor, kötü şeyler oluyor, azalmıyor, gittikçe artıyor. 'İyiyi görmüyorsunuz' diyor iktidar sahipleri.. evet o kadar optimist olamıyorum şu durumda kusura bakmayın. Bir iyiyi bin bir kötü takip ediyor. İyi mi kalıyor, güzel mi bundan geri?
ben bu düzeni sevmiyorum, sevemiyorum. yolunda giden hiç bir şey yok bir biz mi farkındayız dersin? kan, savaş, kin, nefret. ha gayret!
bu şarkıyı dinlerim, siz de dinleyin.
7 Days in Turkey: Gloomy Monday, gloomy tuesday, gloomy wednesday, gloomy thursday, gloomy friday, gloomy saturday and gloomy sunday.

MOLLOY

 ... O gece ay ya da başka bir ışık yoktu, dinleyişlerle dolu bir gece geçti; yaprakların, taç yapraklarının ve hiçbir engelle karşılaşmadığı için orada başka yerlerden de her şeyin gözlenmeye ve cezalandırılmaya uygun olduğu günden de farklı dolaşan havanın ve ne hava, ne de havanın devindirdiği, anlamadığım başka bir şeyin, belki de topraktan gelen ve öteki gürültülerin örttüğü ama uzun süre örtmediği uzak ve hiç değişmeyen gürültünün (çünkü her şey sessizliğe gömüldüğünde gerçekten kulak verip işittiğiniz bu gürültüyü işitmiyor insanlar) bir araya getirdiği küçük uğultu ve iç çekişlerle dolu bir gece. başka bir gürültü de uçurumlar ve çöller ülkesinin üzerinde uzanan şu bahçenin yaşamına dönüşen yaşamımın gürültüsüydü. evet, zaman zaman yalnız kim olduğumu değil, var olduğumu da unutuyordum, var olmayı unutuyordum. o zaman varlığımı bu denli iyi korumamı borçlu olduğum şu kapalı kutu olmaktan çıkıyordum. bir perde kalkıyordu ve ben, örneğin kökler ve yumuşak huylu saplarla, çoktan kurumuş olup da yakılmalarını bekleyen kazıklarla, gece molaları, gün ağarışı beklemeleri ve kış onu şu rezil kabuklarından kurtaracağı için kışa doğru şevkle savrulan gezegenin olanca çilesiyle doluyordum. ya da güvenilmez dinginliğiydim bu kışın, hiçbir değişikliğe yol açmayan erimesiydim karların ve olanca ürkünçlüğüydüm her şeye yeniden başlamanın. ama başıma sık sık gelmiyordu bu. çoğu kez ne mevsimleri ne de bahçeleri tanıyan kumun içinde kalıyordum. çok daha iyiydi böylesi. ama içindeyken dikkatli olmanız, kendinize sorular sormanız gerekiyordu, örneğin varoluşunuz hâlâ sürüyor mu diye, yanıt hayırsa, ne zaman bitti diye, yanıt evetse, daha ne kadar sürecek diye, yani düşler zincirinin ucunu elinizden kaçırmanıza engel olacak bir şeyler bulmanız gerekiyordu. seve seve sorular soruyordum kendime art arda, bunları seyretmek içindi yalnızca. hayır, seve seve sormuyordum, akılcıydı yaklaşımım, hâlâ var olduğumu kanıtlamak istiyordum. oysa hâlâ var olmam hiçbir anlam taşımıyordu benim için. düşünmek diyordum buna. neredeyse durmadan düşünüyor, durmaya cesaret edemiyordum... ''




**Samuel beckett, Üçleme : molloy- Malone ölüyor- adlandırılamayan (ayrıntı yayınları, sy. 52-53, çeviren uğur ün)

7 Ekim 2011 Cuma

NEYİN ARASI ?



Tam'la yarım, yarımla hiç arası. Varla yok, yokla belki arası. Evet biliyorumla, galiba hatırlayamadım arası. Başkent'le İstanbul arası, muhakkakla bu iş imkansız arası. Filmle reklam arası, dersle teneffüs arası, perdeyle güneşlik - güneşlikle gün arası, aşkla iki aşk arası, ulusla uluslararası, genitalle apış arası, komünizmle terörizm arası, konuşmayla düşünme arası, hakla batıl arası, çayla sigara arası, arayla moda arası, ateşle barış arası, gelenle giden- gidenle özlenen arası, evetle hayır - hayırla asla arası, canlıyla ölü arası, kurumla kurumlar arası, erkekla kadın arası, yoksayla oysa arası, kahkahayla gözyaşı arası, kiliseyle camii arası, hemenle birazdan arası, açlıkla tokluk arası, sağlıkla hastalık arası, dönerle ekmek arası, arkadaşla sevgili- sevgiliyle düşman olma arası, sevmekle soğumak arası, söndürmekle yeniden yakmak arası, çimenle fil arası, fiille fiilimsi arası, kuzeyle güzey- güneyle doğu arası, anlamakla sindirmek arası, halıyla kilim arası, kaşla göz arası, yerle gök arası, bluesla caz arası, ayakla parmak arası, ikrarla red arası, niyetle eylem arası, üçle beş arası, pasajla kırtasiye arası, Voltair'le Leibniz arası, ucuzla kalite arası, ladesle aklımda arası, tohumla fidan arası, kömürle siyah- siyahla mutsuzluk arası, silikozisle moda arası, şampuanla krem arası, Dicle'yle Fırat arası, zevkle acı arası, yüzle surat- suratla suret arası, tanıdıkla yabancı- yabancıyla el arası, elle uzak- uzakla hasret arası.
neticeyle hatice - hatice'yle nevriye arası,
başla ayak arası. devamla, bit arası.
arası,
arası.


kararsızlık  iki şarkı arası:
Trey Owens: miles between us
Ezginin Günlüğü: iki aşk arasında

24 Eylül 2011 Cumartesi

BİR ZAMANLAR ANADOLU'DA

       Oyuncu kadrosunda Muhammet Uzuner, Taner Birsel, Yılmaz Erdoğan, Ahmet Mümtaz Taylan ve Geniş Aile dizisinden âşinâ olduğumuz Fırat Tanış gibi deneyimli isimler yer alıyor.

   Nuri Bilge Ceylan'ın hem yazdığı hem de yönetmenliğini üstlendiği Bosna- Hersek ortaklı dram filmi daha dün -23 eylül- gösterime girdi. Her zamanki gibi otoritelerin beğendiği,  klâsik Türk seyircisinin ise mızmızlandığı film oldu ilk izlenimler böyle. Halbuki Cannes Film Festivali' nde Jüri Büyük Ödülünü kazanarak göğsümüzü kabartmıştı.


   Akşam seansına gideceğim bu akşam, bakalım neymiş ne değilmiş, 157 dk.ya neler sığmış, Taner Birsel nasılmış, Yılmaz Erdoğan iyi miymiş, soundtrackler nasılmış, Çehov' a atıf nasıl oluyormuş görelim.


N.B.C. etiketi benim için önemli, sanat gayesi ve estetik kaygısı olan tüm sinemaseverler için de durum böyle her zaman. Ki film, fragmanında bile fark ettiriyor farkını. Her kare bir betimleme, her ışık bir cümle gibi.. Görüntü yönetmeninin ayrıca ellerinden öper, bu işlerin hakkını verdiği için tebrik ederim. (Araştırdım da Gökhan Tiryaki bu, aynı zamanda Üç Maymun'un da yönetmeni olan Yeşilçam Ödüllü adam :))


İsimleri bulmuşken yapımcı Zeynep Özbatur' u, senaryoda (Nuri Bilge'nin eşi) Ebru Ceylan' ı ve Ercan Kesal' ı da analım, hepsine saygımızı ve selamlarımızı yollayalım.


Hımm neyse çok gevezelik etmeden sanatın ve sinemanın hakkını verin, siz de gidin bu filme demek geliyor içimden. Gitmediğim filme yönlendirmem ne derece doğru tartışılır tabii ama zaten ben burada kendi kendime konuşmuyor muyum? Kötü çıkarsa ona verirsiniz :)
Fragmanı ekler bu kız gider.

Sinemaya film gerek,filme sanat gerek,sanata Nuri Bilge Ceylan gerek, Ceylan'a alkış gerek. O halde ''Bir Zamanlar Anadolu'da'' ya gitmek gerek.
benim postmodern manilerim :))

26 Haziran 2011 Pazar

Balıklarımızı büyütelim, eyleme destek verelim

Lüfer, hamsi, kalkan / daralıyor zaman...: "“Seninki kaç santim?” kampanyası yarım milyon insanın desteğiyle devam ediyor. Denizlerimizin ve balıkların geleceği için, iş işten geçmeden, daha fazla ertelemeden, hemen şimdi eyleme katıl."

18 Mayıs 2011 Çarşamba

Herhangi Bir İnsan Kadar ben





''I'm insane and you're my insanity.'' 
Back to basic mitos'tan logos'a, yine zindeyim!

Tüketim çılgınlığından, popüler kültür merakından, yaşı aşmış ergen triplerinden, nezaketsiz insandan, ısrarcı karakterden, elden düşmeyen telefondan; düşünmeden konuşan, hem de hiç susmayandan; skolastik zihniyetten, militarist bünyelerden, kafatasçılardan, beş kitap- üç satırla kendini yazar sanandan; asgari ücretle açlık sınırı arasındaki farka sessiz kalan, adaletsizliğe boyun eğenden, geri dönüşüm sorumluluğu taşımayandan, yalandan dolandan, bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasıncılıktan, saygısızlıktan, yapaylıktan, sabit fikirlerden, ayrı yazılmayan eklerden, müzik diye sunulan çöplerden, herkezden-yanlızdan, ondan şundan bundan.. Ve aslında çok daha fazlasından... Tiksiniyorum evet!

Bu yüzdendir ki çoğu kez
Oğuz Atay yalnızlığında ''Tutunamayan'', Samuel Beckett tadında ''Adlandırılamayan'' , Cihat Aşkın melodisinde '''Umutsuz'' ve  ''Unfinished Symphony'' kadar da yarımım.


Hayallerim, inançlarım yoktur evet; ama sevmeme engel değil imagine all the people living life in peace gibi uçurumlara köprü atan düşünceler...

 Fotoğraftaki heykel: Düşünen Adam, Auguste Rodin

22 Nisan 2011 Cuma

Toplumsal Yaralar

  • Sokakta, halka açık korumasız alanda bir heykel varsa muhakkak oyulur, çizilir, çöp kutusu görevi görür.
  • Toplu taşıma araçlarında kadınlar tacize uğrar; ama taciz eden değil, edilen utanır. Susar, tepkilerden korkar.
  • Estetik değeri yüksek ve emek harcanmış eserler itibar görmez. Bayağı ve alt kültürü yansıtan işlerse (örneğin sinemada) gişe rekoru kırar.



  • Asgari ücretle çalışan insan bile kaliteli telefon alarak kendine sosyal statü yaratmaya çalışır. Hatta asgari ücret de neymiş! Orta gelirli bir ailenin okuttuğu üniversite öğrencisi bile kendini bankaların sunduğu kredi kartıyla telefon alarak ödüllendirir. 
  • Dini kullanarak birçok insana birçok şeyi yaptırabilirsiniz. Niteliği ne olursa olsun,uygulaması kolaydır.
  • Ha bire konuşan insanlar, susup çok okuyan insanlardan kat be kat fazladır.
  • Bireysel silahlanmanın havası vardır. Tüm önemli gün ve gecelerde ateş saçmak marifettir. Kültürdür, haktır. Kat'i suretle engellenemez. 
  • Üç çocuk yapmak devlet büyüklerince marifet sayılır, halka telkinlerde bulunulur. Üç çocuğun iş ve aş ihtiyacını karşılayacak ortam yaratılmamıştır oysa, bunlar hiç konuşulmaz.
  • Geleceği belli olan felâketlere önlem alınmaz. 
  • Enerji üretme sıkıntısı varken enerji tasarrufu konusunda bilinçsizlik hat safhadadır.
  • 150 sayfalık kitap okunmaz, 200 bölümlük dizisi seyredilir.
  • Milli Eğitim Bakanı eğitimden habersizdir, kendi çapında bir avukattır (diğer bakanlar da aynı şekilde mevkisiyle âlâkasızdır).
  • Aptallık, şaklabanlık iyi para eder.
  • Kişiye lâyık olduğu değer ancak öldükten sonra verilir.
  • Yanlışa yanlış diyen insan sevilmez
....(devam edecek)

Blog Yasaklayan Zihniyet'ül Cahiliyye

Blogger'ın açıldığını görünce sevince boğuluyoruz. Yazmak tabii hakkımız değil mi? Şüphesiz evet.
Burası ipimizi koparıp dolaştığımız yer değil mi? Çoğunlukla evet.
E bir rahat verin de yazalım o halde.


Yok bloglarda o yayımlanıyormuş, bu yazılıyormuş, yayın hakları ihlâl ediliyormuş...
Kanuna aykırı eylemlerin tespit edilmesi mi çok zor? Sanmam!
Misal bir hasta verem mikrobu taşıyor diye tüm hastaneyi mi kapatacağız? Yahut köyün birinde bir terörist var diye oradaki tüm insanları mı kurşuna dizeceğiz? (evet dizdik, yaptık ya  bunu, ne çabuk unuttun ya hafıza!)


Yanlışı bulup düzeltmektense ilgili her şeyi/herkesi aynı kategoride değerlendirip tembellik yapmak cazip geliyor bu ülkedeki erk sahiplerine.
* * *
Bak sen canlı maç linkleri yayımlanıyormuş blogda, hadi mahkemeye verelim. Tamam verdik. Olması gereken bir şeyi yaptık diyelim. Peki ya sonra?
+ Sonra kusura bakmayın hanımefendi kanunun bana verdiği yetkiye dayanarak sizin bu siteye erişiminizi engellemek zorundayız.
- Sebep?
+ Sizinle aynı sitede yazan adam yasa dışı işler yapıyor, digitürk'ün ekmeğiyle oynuyor. Kapatmayalım da besleyelim mi?
- Estağfurullah efendim hiç olur mu öyle şey görevinizi yapın siz. Hepimize kilit takın hatta, birkaç kişi işlemiş bu suçu ama onları bulmak önemli değil zaten. Hem insanoğlunun ne yapacağı, ne yazacağı belli mi olur, hiiiiç!
+ Doğru, çok haklısın. E kapatalım madem.
- Tabii efendim kapatın madem.
+ Merak etme ama ara ara açar sevindiririz sizi. Hani kaybettiğim sandığın yüzüğünü bulunca seviniyorsun ya öyle sevinin istiyorum.
- Ne kadar da düşüncelisiniz hakim bey.
+ Övünmek gibi olmasın ama öyleyim evet. Kanunlar bana böyle güzel yetkiler tanıdığı için yargıya ne kadar teşekkür etsem azdır.
- Hı hıı evet benim de çok iyi düşüncelerim var yargıya yönelik ama şimdi vakit kaybetmeden yazmalıyım bunu ne olur ne olmaz.


...
+ İstediğin kadar koş yine kapanacak, kanun benim elimdeeeeeeeeeee.

16 Şubat 2011 Çarşamba

TERS ORANTI

Sınıf 7. Günlerden Salı ve sabahının ilk saatine konan matematik dersi. İlk saatin salt gereği berrak beyin ihtiyacı. Hem muğlak da değil, fazla mutlak!


Öğretmen anlatıyor:
''Bir orantıda değişkenlerden biri artarken (veya azalırken), diğeri aynı oranda azalıyorsa (veya artıyorsa) bu orantıya Ters Orantı denir.'' diyor. Ön sıraların kaleminden çıkan ses ta arka sıradakilerce duyuluyor; ne var ki not alma arzusu önden arkaya gittikçe azalıyor.
Hocaysa başka örnek veriyor:
8 işçi bir duvarı 6 günde bitiriyorsa, aynı duvarı  3 işçi kaç günde bitirir?


'Amma da büyük duvarmış haa!' diye fısıldıyor arkadaşına Metin, gülüşüyorlar. Cevabı kendileri de merak ettiğinden, uğraşıyorlar üzerinde. Ve önce İsa buluyor cevabı. Teyit etmek için de bakıyor tahtaya.
Oysa soru çoktan çözülmüş; bir başka örneğe geçmiş hoca. Kızıyor, 16 diyor İsa ve içinden de on altı kere hocaya küfrediyor.
Buna benzer birkaç kere daha böyle soru çözmüşlüğü vardı aslında. Cevabı söylemek için ya geç kalır, ya da öğretmenin dikkatini çekmemek için susar, yutardı.. Matematiği iyi sayılmazdı. Konular ilerleyip zorlaşınca, onun da örnek çözme sayısı azalırdı.


Metin ve İsa; iki yakın arkadaş, benzer mahallenin ve benzer babaların çocukları.
Öğretmenin arka sıralara uğrama ihtimalinin azaldığı teneffüse yakın zamanlarda fısıltıları artan çocuklar. Oradan buradan konuşup dersin bitmesini bekleyen çocuklar...
Polislerden bahsediyordu Metin (her gün onlarca kavgaya şahit oldukları mahallelerine hiç uğramayan) Dün gece çağırmışlar da yine gelmemiş. Sonra birkaç arkadaşıyla öldürdüğü lağım faresini anlatıyor... Biliyor aslında o da fare izlerinin arttığı yerde polis adımlarının azaldığını.


Sonra zil çalıyor: tahtada Ters Orantı örnekleri. Bakıyor. ''Ben ne bilirim ters orantıyı lan'' diyor, dışarı koşuyor.





NİHİLİST ADAM ŞİİRLERİ VOL. 1

Kel bir adam
çıkardı cebinden tarak.
Gözleri çakır maviydi
tarağı hiçimtırak.