28 Kasım 2013 Perşembe

Topraktan Gelmek: Hangi Toprak Türüsün?


 ''Kendine tek bir soru sor: insan gerçeği ne diye söylemeli? Bizi böyle yapmaya zorlayan ne? Sonra, içtenliği niçin bir erdem olarak görmemiz gerekiyor? Farz et ki bir balık olduğunu ve bizim hepimizin de balık olduğunu ileri süren bir deliyle karşılaştın. Onunla tartışır mısın? Ona yüzgeçlerin olmadığını göstermek için önünde soyunur musun?''

                                                      Milan Kundera, Gülünesi Aşklar


      Bizi, böyle hepimizi Allah yarattı. Topraktık, yoğrulduk ellerinde çamur olduk. Ya da yok koca Allah'ın eli olur mu? Ol demiş olmuşuz işte. Mistik- mitolojik ögeleri tartışacak değilim, mevzumuz bu değil.
      Farz etmeyi öğreniyoruz, şarkının ''tut ki karnım acıktı'' kısmındayız.

      Mayamız toprak ve isterim ki her âdem var olduğu toprak cinsini bilsin, davranışlarına etkisinin farkında olsun. Birkaçından kabaca bahsedersem:
Fedakâr, verici, kolay geçinilen insan mısın? O zaman sen humuslu topraksın arkadaşım.
İçinde birbiriyle alakasız duygular mı var, herkesle anlaşamıyor musun? O zaman marnlı topraksın arkadaşım. Zor, çekilmez ve geçinilmezsen de misal killi topraksın. 

      Benim toprağımın kalkeri çokmuş, bu gala daşlı galaymış öğrendim. Çimontoyu bizden yapıyorlarmış. Ve her ağladığımızda betona dönmemiz bundanmış...




19 Kasım 2013 Salı

GÜZELE AÇILAN KAPI: CHIHARU SHIOTA

Bu güzel, yaratıcılık âbidesi eserlerin müptelâsı olacaksınız. Eminim buna!

1972 Osaka'da (Japonya) dünyaya gelen Chiharu Shiota Berlin'de yaşıyor ve dünyanın farklı yerlerinde sergiler düzenliyor. Birgün bize de gelir mi dersiniz? Şüphesiz evet, ben inanıyorum. Yaptıklarına bir bakın, şu estetiğe, şu başkalığa bir bakın. Şahane değil mi? Çok çok beğendim. Yurdumda adını anan ne bir sözlük maddesi, ne bir gazete haberi var. Bu güzel minik kadını sizinle tanıştırmaktan onur duyarım efendim. İyi seyirler olsun. Daha fazla bilgi ve eser için kişisel sitesini ziyaret edebilirsiniz.














Birgün elbette Chiharu Shiota'yı seveceksiniz. Shiota'yı seviniz :*

17 Kasım 2013 Pazar

Terk-i Rasyonalizm

                                                       

                               ''Demokrasi  bizim için trendir, istediğimiz durağa gelince ineriz.''
                                                                                                                                  R. Tayyip Erdoğan


    ÜÇ KELİME 
    İnsanlık bir yol ayrımına gelmiş durumdadır. Tek boyutlu insanı yaşadık ve tükettik. Artık daha zengin insanlar olmamız gerekiyor. Üç boyutlu olmalıyız. Ben buna üç kelime diyorum. İlk kelime, bilinç. İkinci kelime, şefkat. Üçüncü kelime ise, yaratıcılıktır. 

    Bilinç, varoluştur; şefkat, hissetmek; yaratıcılık ise eylem. Benim derin insan vizyonum, bu üçünü bir arada görmektir. Sana gelmiş geçmiş en büyük meydan okumayı, gerçekleştirilmesi en zor görevi veriyorum. Buda kadar aydınlık, Krishna kadar sevgi dolu ve Michelangelo ya da Leonardo Da Vinci kadar yaratıcı olmalısın. Hepsini aynı anda olmak zorundasın. Ancak o zaman senin bütünleşmen gerçekleşmiş olur; aksi taktirde bazı şeyler eksik kalmış olacak. Ve içindeki o eksik parça, seni dengesiz ve doyumsuz kılacak. Eğer tek boyutluysan, çok yüksek bir zirveye ulaşabilirsin. Ancak sadece bir nokta olursun. Ben senin tek bir zirve değil, ard arda zirvelerden oluşan Himalayalar gibi sıradağlar olmanı istiyorum. 

    T e k   b o y u t l u  insan başarısız oldu. Güzel bir dünya yaratmayı başaramadı. Dünya üzerinde cenneti kuramadı,başarısız oldu; hem de çok. Birkaç güzel insan yarattıama insanlığı değiştiremedi. İnsanoğlunun toplu bilincini yükseltemedi. Sadece birkaç birey çeşitli yerlerde aydınlandı. Bu artık bir işe yaramayacak. Daha çok aydınlanmış insana ihtiyacımız var, hem de üç boyutlu aydınlanmış insanlara. Benim yeni insan tanımım budur. 

     Buda bir şair değildi. Ancak yeni insanlıkla, bundan sonra Buda olacak insanlar aynı zamanda şair  olacak. Şair dediğim zaman şiir yazma anlamında söylemiyorum. Şiirsel olmak gerektiğini söylüyorum. Hayatın şiirsel olmalı, yaklaşımın şiirsel olmalı. 

     Mantık kurudur, şiirsellik ise canlı. Mantık dans edemez. Mantığın dans etmesi imkansızdır. Mantığın dans etmesini izlemek Mahatma Gandi'nin dans etmesini izlemek gibi olur, çok komik görünür. Şiirsellik ise dans eder. Şiir kalbin dansıdır. Mantık sevemez, sevgiden söz edebilir ama sevemez. Sevgi mantıksız olarak görülür. Sadece şiir sevebilir. Sadece şiir sevgi ikileminin içine atlayabilir. Mantık soğuktur, hem de çok soğuk. Sadece matematik söz konusu olduğu zaman işe yarar. Ancak insanlığa gelince pek faydalı değildir. Eğer insanlar fazla mantıklı olursa insanlık kaybolur. O zaman ortada insanlar değil, rakamlar olur; değiştirilebilir rakamlar. 

     Şiir , sevgi ve duygu sana bir derinlik ve sıcaklık verir. Soğukluğunu kaybeder ve erirsin , daha bir insan olursun. Buda bir süper insandı, bu konuda hiçbir kuşku yok. Ama o, insan boyutunu kaybetti, dünya dışı oldu. Buda dünya dışı olmanın güzelliğini barındırmasına rağmen, onda Yunanlı Zorba'nın güzelliği yok. Zorba, çok dünyevi. Ben ikisini birden yani "Buda Zorba" olmanı istiyorum. İnsan meditasyon yapmalı ama duyguya karşı olmamalı. Sevgiyle taşan, duyguyla dolu bir meditasyoncu olmalı. Ve insanın yaratıcı olması gerekir. Eğer sevgin sadece bir duyguysa ve eyleme dönüşmüyorsa insanlığı etkilemeyecektir. Onu maddeye dökmeli ve gerçekleştirmelisin.
    
    Senin üç boyutun bunlardır: Varoluş, duygu, eylem. Eylem, yaratıcılığı barındırır, her türlü yaratıcılığı: Müzik, şiir, resim, heykel, mimari, bilim, teknoloji. Duygu, estetik olan her şeyi kapsar... Sevgiyi, güzelliği. Varoluş ise meditasyonu, farkındalığı ve bilinci barındırır.

                                                  Mohan JainRajneesh ya da namı diğer Osho

15 Kasım 2013 Cuma

BENİM AŞK ŞİİRLERİM

Özdemir Asaf okuyalım ıssız gecelerde, güzel güzel okuyalım.


Sesiniz
Siz gittiniz, gittiniz, gittiniz, 
Ben kaldım, kaldım, kaldım, 
Sesiniz kaldı, onda kaldım, 
Yöneldim yüzünüze baktım, 
Yöneldim gözlerinize baktım, 
Orada yansıyan bana baktım. 
Yalnızlığımı nasıl anlayacaktım.


Kalan

Bir şey kaldı gecelerden birinde
Senden.
Öncesinde bilinmemiş bir şey,
Silinmez bir ses gibi giden..
Kelimelerden büyük, kelimelerin içinde,
Bir şey kaldı senden
Yaşamalar’ın arasında kaçamaklı.

Veriliş rengi başka, alınış rengi başka..
Söylemeye vakit kalmadan
Dudakların altına bırakılmış bir şey.
Karanlıkların tam ortasında bir kırmızı nokta..
Gözlerce pırıl pırıl, ellerce saklı.

Bir şey kaldı, bir denizin kıyısında senden,
Bakışlarla yüklü, söylemelerle sessiz..
Seninle dolu, seninle sensiz bir şey..
Arandıkça bulunmamış yıllar yılı,
Bulundukça aramaklı.

Çırılçıplak
Küstahlığımı nezaketim götürdü 
Saadece kendime bakakaldım. 
Kararsızlık bir an sürdü 
Gizlenen insanların ortasında ben kaldım, 
Çırılçıplak. 

Selâmımı tanıdıklar götürdü. 
Saygı bekleyince alçaldım. 
Kararsızlık bir an sürdü 
Kendini beğenmişlerin ortasında ben kaldım, 
Çırılçıplak. 

Ağlamayı ölenler götürdü. 
Kendimi ölmez sanınca ufaldım, 
Kararsızlık bir an sürdü. 
Ölülerle dirilerin arasında ben kaldım, 
Çırılçıplak. 

Sonsuzluğu ufuklar götürdü. 
Yarattığım dünyaların içinde daraldım. 
Kararsızlık bir an sürdü. 
Başlangıç ile bitiş ortasında ben kaldım, 
Çırılçıplak. 

Aydınlığı bulutlar götürdü. 
Yıldızlara doğru yol aldım. 
Kararsızlık bir an sürdü. 
Varanlar ile duranlar ortasında ben kaldım, 
Çırılçıplak.



Seni Saklayacağım

Seni saklayacağım inan
Yazdıklarımda, çizdiklerimde
Şarkılarımda, sözlerimde.

Sen kalacaksın kimse bilmeyecek
Ve kimseler görmeyecek seni,
Yaşayacaksın gözlerimde.

Sen göreceksin duyacaksın
Parıldayan bir sevi sıcaklığı,
Uyuyacak, uyanacaksın.

Bakacaksın, benzemiyor
Gelen günler geçenlere,
Dalacaksın.

Bir seviyi anlamak
Bir yaşam harcamaktır,
Harcayacaksın.

Seni yaşayacağım, anlatılmaz,
Yaşayacağım gözlerimde;
Gözlerimde saklayacağım.

Bir gün, tam anlatmaya...
Bakacaksın,
Gözlerimi kapayacağım...
Anlayacaksın.

11 Kasım 2013 Pazartesi

Stavros Pazarentsis ya da Üflemeli Ölüm

Bence klarnet sesinde öldüresi bir acı var. Hele ki usta bir ağızdan çıkıyorsa iki şarkı bir intihara bedel. Stavros Pazarentsiz bize varlığı üflüyor aslında.
Ah bırakın aşsın kulağı nâmeler, girsin tenden içeri. Öleceksek böyle güzel ölelim.





7 Kasım 2013 Perşembe

ÇİFTE HAKİKAT YA DA KAZIN KARTEZYEN AYAĞI

    
Neden şüpheci kadın filozof olmamış tarihte düşündünüz mü? Ben söyleyeyim: Çünkü kadınların şüpheleri saçmadır, yersizdir, sinir bozucudur, can sıkıcıdır. Bir kere bu felsefi görüş metodolojik olarak ifade edilmeden önce pratikteki örnekleriyle zihine yerleştirilecekti ki yazına dökülebilsin. Şüphenin kendisi bizatihi hastalık belirtisi olarak görüldüğü için ciddi şekilde bir ifadesi de olmadı. Sustu kadın.

    İşte böyle böyle erkek hükümranlığına döndü dünya. Bir dişi Descartes çıkaramadık.


    * * *

     Dün bir saat uyudum, nasıl ters şekilde yattıysam elimin tarifsiz uyuşukluğuna uyandım. Bugün oldu, uyudum mu uyumadım mı bilmiyorum. Hatta artık bugün de geçti, yarın oldu. Ben hâlen bilmiyorum acaba uyumuş muyumdur?

     Sinir ne güçlü bir doping değil mi, insanı diri tutuyor. Yirmi sayfa kitaba bakınca normalde kapanan gözkapakları resmen strüktüre meydan okuyor, ''sen dalgayı gönder ben iyiyim, hep açık kalabilirim' böyle' diyor. Oysa vücut bir fabrika yeri gibi, gürültüyle dönüyordur makina çarkları. Ama hiçbir şey hissetmiyorum, duymuyorum. Adeta semaha dönüyor çarklar ben huzur buluyorum.


   Bir şeyler oluyor, bir şeyler bitiyor.

   Hayatı tanıyoruz herbir dönüşte.
   Yargılamıyoruz, kavramaya çalışmıyoruz.
   Bir şeyler ekliyoruz sadece bildiklerimize
   Bir devridaim makinesi işte.
   Fiziğe aykırı;
   ama var.

   Hayat.

 

5 Kasım 2013 Salı

Tükenen İlişkiler ve Milarepa Hâli

Birbirimizi sevdik. İlişki yaşamaya karar verdik. Çok güzel. Sonra?
Uzağız görüşemiyoruz, yorgunuz yazışamıyoruz, çalışmamız gerekiyor konuşamıyoruz.
İlişki kısmı tam olarak bunun neresinde çözemiyorum.

Evet biri var.
İlişki başında bize çiçek alıyor, zaman ayırıyor. Hem aklımıza hem gönlümüze hitap ediyor. Ama zaman geçiyor. Çok da geçmiyor aslında, yıl dolmuyor mesela.
Paylaşım olmuyor, plan yapılmıyor, heyecan kayboluyor. Kim ister cansız bir ilişkiye tutunmak, o kadar mı yalnızız ki ölüsevici olalım. Ki sevdiklerimizin çoğu zaten ölmüşken..

Evet biri var.
Ağladığından seni teselli etmeyen. 'Aman ben seni seviyorum ya gerisini boşver' diyen. Şimdi sen olsaydın şunu şunu yapardık diyen, umut veren.

Biri var.
Varlıkta yokluğu göstermek için gelen. Geldiğinde elinde olan cesaretini dün gece taşın altında ezilmiş bulduğum sevgilim.
Gözümün önünde yok olmana izin mi vereyim?

Öyle çok bazenler oluyor ki, vazgeç diyorum, vazgeç ilişkinin niteliğine ilişkin düşüncelerden. Vazgeç karakter eleştirisinden, uyum ve mantık arama çabasından vazgeç, vazgeç sevme, umma işlerinden, vazgeç. Kulağımda kalan esmer tenli çingene kadının nasihati ''dert etme''.

Tibet Budizmi'ne adayıp kendimi Milarepa olayım mesela, kalayım mağaralarda, esaslıca soyutlanayım dünyadan...
Bulamadığımız huzuru kendimiz yaratmamız gerekir, değil mi canlar?
Peki mağarayı nereden bulacağım?


Sağlıcakla :*

23 Ekim 2013 Çarşamba

AHMET OLMAK YA DA KENDİ HİÇLİĞİMİZ

Ahmet işte ya, hatırlarsınız. Hababam Sınıfı'nın mert çocuğu. Ahmet olarak doğdum ben, isterdim ki ahmet olarak da öleyim. Ama tabağıma tek dilim patates dışında bir şey konulmamasını kabullenebilir miyim? Dürüstlüğün açlık ve insansızlığı doğurduğu bir zamanda tercihim ne kadar hissiyatlı olacaktı ki? Hoş sanki doymaz mıydım yanındaki bi dilim ekmekle?
Elbet doyardım da ben hiç o Ahmet olmadım. İşim özü bu.

Ben zaten kim olabilirim ki,  anca varlığımın yokluğunda boğulurum.
Yokluk demişken biz hep Allah'ın yaratma gücünden bahsediyoruz. gökler yerler, alemlerin rabbi. eyvallah.. ama bu rabb'in yok etme gücü de var.
Hani milyon yıldır ne yok oldu?
hımm...dinozor? (benim aklıma başkası gelmiyor) Evrimi geç Allah yok etti olsun misal. Ee başka? 500'lerde kızlar gömülürken, 1000'lerde hac yolu kapatılırken, 1300lerde, 1800lerde savaşırken zulmederken,, 2000de zina kol gezerken.. Ne yok oldu mesela?
Lut kavmi? battı gitti. vardan yok mu oldu. hayır, öldü.
Ölmek yok olmak mı? Hayır.
e o zaman tanrı varsa bu dünya'dan elini çekmiş olduğunun göstergesi olmaz mı? var etme gücünü kullanıyorsa yok etme gücünü neden kullanmıyor? sona mı saklıyor dersiniz?
biri olsa da tartışsak ne güzel olurdu.

yok olan biri var mı? en zalimi bile ölüyor işte.
bir yok olamadık ya ona yanarım be sevgilim.

al ahmet bu da sana :p




7 Eylül 2013 Cumartesi

yalan ya da bazı şeyler üzerine

Yalan duymak beni çıldırtıyordu, simdiyse yalana tahammul edemiyor olmaktan rahatsizim. Niye ki yani boyle? dunya bu yalansiz döner mi? Ben nerde yasamisim da bu duzene alismamisim
Tarifsiz mutsuz oluyorum düşündükçe. Keske benim tek kişilik atlantisime baska ayakla basmasa..

3 Ağustos 2013 Cumartesi

İnatla İnanmak İstemek

26 yıl geçmiş
3 şehir değiştirmişim
6 dost kaybetmiş
4 dost kazanmışım.

birkaç kez gerçekten sevmiş
birkaç kez öylesine el tutmuşum.
binlerce yalan dinlemiş,
yüzlerce bahane söylemişim.

aydınlanma maratonunda aklın peşine takılıp
daha az yanılgıyla ömrü tamamlamayı hesaplarken

yine olmamış, bu kez de olmamış.
böyle de olmamış, öyle de olmamış.

inandığımız kadar yanılıyoruz. peki biz bu inanmaktan neden vazgeçmiyoruz?




21 Haziran 2013 Cuma

Kendimize Cümleler

     Ne zaman ait olmadığım yerdeki birisine bir şey anlatmaya kalkışsam anlattığıma pişman oluyorum.
Art arda sorular sıralanıyor: ''nasıl yani'', ''neden'', ''gerçekten mi'', ''ee sonra ne olmuş'' falanlar filanlar.
        Anlattığım en basit, en sıradan şeyi bile bir çırpıda algılayamıyor, insanı paylaştığına pişman ediyorlar . Bu nasıl olabiliyor, insan nasıl böylesine yüzeysel kalmayı başarabiliyor vallahi gıpta ediyorum.

         Gün oluyor tek cümleyle bitiriyorum günü: ''bir insan nasıl bu kadar aptal olabilir'' diyorum 10 kere, 20 kere, 30 kere, 40 kere, 50 kere... çıldırıyorum...
gitmek, susmak kadar kolay olsa keşke.

         konuşmayı unuttuğum günler oluyor,
olsun değil mi,
olsun.
dünya aptalların yüzü suyu hürmetine dönmüyor ya.

Yok olma hakkı

Bazen bir şey oluyor ya da hiçbir şey oluyor bazen.
olması gerekiyor, gerekmiyor.
o bile önemli olmuyor.

bin yıl susmak istiyoruz,
bin yıl uyumak,
bin yıl aç kalmak.
bin yıl nefes almamak.
bin yıl dünyanın dönüşüne şahit olmamak.
bin yıl durmak istiyoruz.
hiçe meyletmek, hiç olmak istiyoruz.

var olmama hakkımız olmalı,
onu istiyoruz.
h e p s i  b u,
h e p s i  b u.

6 Haziran 2013 Perşembe

GEZİ PARKI VE TALAN PSİKOLOJİSİ

'Bunlar orman değil', 'orman vasfını yitirmiş arazi' derler milyonlarca liraya bu yeşil toprakları inşaat şirketlerine satar üzerine de kat be kat ev dikerler.
Gün aydınlanmadan gelir, parkındaki ağacı sökerler.
Sen uyurken parkını da yok eder, bir başka inşaat alanına çevirirler.
Denizleri doldurur yol yaparlar; kıyıların güzelliği, balıkların çeşitliliği, temiz hava masal olur gelecek kuşaklara fotoğrafları göstermekle yetiniriz.
Biz evden kaçar burada denize girerdik deriz.

Ve sen benim güzel kardeşim hakkın olan denizi, yeşili görebilmek için mücadele edersin. Terası ağaçlandırılmış dairelerden almak istersin. Bu yoksunluk seni onu almaya mecbur eder. Hem de oldukça yüksek fiyata.

Bu bir mücadele, bu bir saf telaş.. herkesin desteğine ihtiyacı var. ve sen aklı başında olan kardeşim! medyanın, iktidar sahiplerinin, güçlülerin, bu işten çıkarı olan herkesin bilinçli olarak katılımcıları kötüleme, aşağılama, barbar, vandal olarak yansıtma oyununa alet olma. Birkaç saatini parkta yahut başka şehirlerde düzenlenen destek alanlarda harca. Duyduklarınla gördüklerinin aynı olmayacağını anlayacaksın.

Bırakın salınsın rüzgârda ağaçlarımız, özgür aksın derelerimiz.
Yeşili toprağa bırakın, parkı çocuklara, denizi balıklara...
bırakın, 3. 5. köprüyü bırakın.
9 bin yıllık Dersaadet'i bırakın, daha fazla yaralamayın.
Pîr aşkına, Hak aşkına, halk aşkına bırakın.

31 Mart 2013 Pazar

TERCİH

Maç var diye görüşemedik. Hatta niye işteşli yüklem kuruyorum ki gayet de görüşmedi benimle.. Maç boyu tuttuğu takım yenilsin diye dua ettim ben de. O kadar güzel dua etmişim ki 2-0 kazandılar maçı.
Nasıl da sevinmiştir.

Futbolunuz batsın,
küstüm ben.

19 Mart 2013 Salı

SİGARAYI SEVDİRME DAİRE BAŞKANLIĞI





siz bizim kapalı alanlarımızı elimizden alırken biz sizin ruhunuzu çalıyorduk.. Dışarı taşındı çoğunuz, bir kez de isyan etmedi, garsondan bir şal daha rica etti.

görsel şölen yaratmak istedim. camlarımızı açalım:p
eşlik ederken isabetli isim: Müslüm Gürses - Sigara (ah müslüm baba)

















ve yine sigaranın hakkını veren bir Evgeny Grinko videosu.


16 Mart 2013 Cumartesi

KADIN KISKANÇLIĞI

Sevdiğim adam ölse meselâ. Aylar, yıllar geçse üzerinden. Birgün kabrini ziyarete gittiğimde bir buket çiçek görsem orada acaba hangi kadın bırakmış merak ederim. Hele ailesinden biri değilse, öğrenene kadar işin yakasını bırakmam.

Hastalık mı bu?Bbelki.
Mart'ın 16'sında, hayatımda kıskanabileceğim bir adam da yokken oysa oturdum bunu düşündüm.
Çok mu kıskancım, yok daha neler ;)

9 Ocak 2013 Çarşamba

SENTETİK İNSAN VE KAR ÇOCUKLARI





Biz hiçbir şey yapmayalım ama düzelsin her şey. adaletle dönsün dünya.
kimse aç kalmasın,
açıkta kalmasın.
hatta açlık diye bir kelime hiçbir sözlükte yer almasın.




8 Ocak 2013 Salı

Türkan Saylan ve Dmitri Shostakovich Üzerine



Türkan Saylan'ın değerli anısına...
Gece ve İlk Notalar
Gece vakti, otel odasında uyku tutmuyor, elimde Shostakovich trio. Ona bakıyorum, korkuyorum. Tıpkı Shostakovich'in korktuğu gibi. Dışarısı çok karanlık. Sadece şehrin sessizliği ve bazen onu bozan ve fişek gibi kafanızın yanından geçen araba gürültüsünden başka, garip bir soğuk var dışarıda. Bu soğuk günde gece vakti korkuyorum. Shostakovich gibi.

İlk notalar, kış rüzgarı gibi içime işliyor. Bu gece sanki gelecekler ve Shostakovich'i alacaklar. Yoksa bizi mi alacaklar. Korku terörü. Stalin döneminin kaybolan sanatçıları, yazarları, düşünürleri, bilimadamları, öğretmenleri, insanlığa değer sunan ve biraz da sivri dili olan yurttaşları. Shostakovich'in ilk notaları bu karanlıkta, kış rüzgarında içimi sızlatıyor.

Evet, bu gece onu da alacaklar. Bu gece olmazsa yarın gece veya bir sonraki gece.

Bir ara gözüm televizyonda konuşan bandanalı kadına takılıyor, nasıl da anlatıyor hayat iradesiyle, susmadan, dirençle anlatıyor. Yapmak istediklerini hepimize örnek olurcasına bir bir sıralıyor, ama ben korkuyorum. Onu da almaya gelirler mi acaba? Shostakovich her gece bekliyor. O ilk notalar yok mu işte, adım adım yaklaşıyor. Dışarıdan gelen hızlı araba sesleri bir bir geçiyor kafamın yanından. Televizyondaki kadın konuşmaya devam ediyor; ama ben korkuyorum. Gözlerimi kapatıyorum, ancak yine karanlık var. Karanlıktan kaçmak imkansız.

10 sene önceyi hatırlıyorum. Televizyonda konuşan kadın sayesinde Anadolu'da burs alan binlerce genci tanımıştım. Ücra bir yerde keman çalmak da neymiş meğer, halk anlar mıymış, Beethoven çalınır mıymış. Korkma! Evet orada keman çalınabiliyor, halk seviyor, orada en son klasik müzik konseri 35 sene önce verilmiş meğer. Yaşlı bir müzik öğretmeni geliyor senin boynuna sarılıyor. 35 sene önce buraya senfoni orkestrası geldi, sonra bir daha kimse gelmedi diyor. Sevinçle ve gururla devam diyorum. Daha çok geleceğiz diyorum, sizleri yalnız bırakmayacağız diyorum.


Televizyondaki bandanalı kadın coştukça coşuyor, ben korkuyorum ve gözlerimi kapatıyorum. O kadın değil miydi beni 10 sene önce davet eden? Biz sanatçılar gitmedik mi, kavuşmadık mı halka hiç?

Korkuyorum, tıpkı Shostakovich gibi, o ilk notalar hiç gitmiyor beynimden, sabit fikir gibi tüm kitapta karşıma çıkıyor, sayfaları çeviriyorum, değişik şekillere bürünmüş olarak karşıma çıkıyorlar. Televizyondaki bandanalı kadın korkmadan devam ediyor. Etmeseydi değişir miydi on sene içinde her şey? Keman sesiyle başlayan müzik, on sene devam eder miydi orada, adeta bir orkestra gibi, gençlikle türkü söyleyerek coşan sanat ve bilim insanları, o kadının kapıyı açmasıyla ışığı getirdiler.

Korkuyorum, gözlerimi açamıyorum, gözlerimi açsam dahi karanlık olduğunu biliyorum. Shostakovich her gece kapıda bekliyor, onu alırlarsa ailesi zarar görmesin istiyor. O ilk notalar hızlı ritmlerle karanlıkta kör bir dans yapıyor. Tak tak tak. O da ne, kapı sesi mi? Gidenleri bir daha görebilecek miyim. Korku terörü. Korkuyorum.

Türkan Saylan televizyonda devam ediyor, dışarısı çok soğuk, geliyorlar mı? O ilk notalar yok mu işte, benimle dalga geçercesine hızlanıyorlar, yetişemiyorum artık, yayımla vurduğum akorlar, dışarıdan hızla geçen arabalar, soğuk ve karanlık, en iyisi gözlerimi kapatayım.. Görmek, bilmek, duymak istemiyorum. Korkuyorum ama gözlerim kapalı olsun daha iyi, açsam da karanlık kapatsam da karanlık. Karanlıkta güvendeyim, en azından kendi başımayım, ta ki kapı çalınıncaya dek.

Shostakovich'i de alacaklar. Alsınlar, müzik yazdı. Işık verdi. Karanlığın rahatını kaçırdı. Onu da alsınlar ki, rahatı kaçanların intikamı alınsın. Değişmez akorlar, hızla geçen arabalar, soğuk ve karanlık ve işte ilk notalar. Çalma kardeşim, çalma sevdiğim, çalma annem, müzik çalma, ses çıkarma. Yazma babacığım, çizme üstadım, konuşma insanım, devam et, gözlerini kapat.

Korkuyorum, soğuk, televizyondaki bandanalı kadın, kafamın yanından geçen hızlı notalar, yarın sabah olmayacak, karanlıkta daha güvendeyim, gözlerim kapalı, umutsuz..

O şarkıyı dinleyeceğim, kapı çalınacak mı? Shostakovich nerede? işte o ilk notalar.

Yarın bir kez daha konsere çıkacağım. Ya gece? Karanlık..''
Cihat Aşkın, 18 nisan 2009




Stalin ve Müzik:Shostakovic Olayı

''Lenin' in işçi ve köylülerin anlayıp sevebilecekleri gerçek, büyük sanata ulaşma hakkını elde ettiklerine yönelik söylediği sözler, sanatı boş ve anlamsız eğlence dünyasına çevirme yönündeki ideolojik tartışmaların sürdüğü günümüzde çok daha önem kazanıyor. Gerçek sanat, insan için ve insan adına yaratılır; gerçek sanat insanı geliştirmeli, daha bilge yapmalı, onu arındırmalı, ona neşe ve umut vermelidir. Sanat, doğası gereği hümanisttir, değilse zaten sanat değildir.''
                                                             Dmitri Shostakovic